Bahar mevsiminin İstanbul’la buluşması bir başka güzel... Yanlış anlaşılmasın... “Doğa” dediğimiz toprak parçası yok artık... Belki milyonda bir oranında mezarlıklar... Her taraf beton, her taraf gökdelen, AVM... Gene de Emirgan, Yıldız Parkı davetkâr... Düşünsenize sincapların yaşadığı ortamı... Üstelik on beş milyonluk metropolün tam orta yerinde... Kestane ağaçları... Mis gibi yayılan ıhlamur kokuları... Ve vahşi insanlığa inat yaşama şansı bulan sincaplar... İyi ki martılar gibi etleri yenmiyor... Yoksa (.. ? ..)
Fakat erik ağaçlarının rengârenk açan çiçeklerinin fotografik lezzeti doyumsuz... Objektifimle zum yapıyorum polenlere çökmüş arılara... Hafif esen lodos... Denizin çırpınışları... Uzun yıllar sonra karşılaştığım yunuslar... Yine bir telaş, batıp çıkmalar... Belli ki lüfer peşindeler... İstanbul bütün cazibesiyle baharla buluşuyor... Akıp giden hayat... Koskocaman bir yalnızlık... “Yaşasın sanat” diye haykırıyorum sessizce... Elde fotoğraf makinesi, hayâlde güzel gözlü kadınlar... Ruhumun derinliklerinde şiirle karışık aşklar... Dilimde rast makamında şarkılar... Hemşerim İrfan Özbakır sesleniyor yıllar öncesinden: “Sensiz kalan ömrümde bil ki hayat virâne...”
Memleket yangın yeri... Şeriat kara bulut... Saraylarda yaşıyor ceberrut... Piramid Sanat’ta “Çıplaklar” sergisi var, Taksim’de... Çirkin siyasetten kaçıyorum... Dostum “ucube” heykeller, Pera’da son halife Abdülmecid Efendi’nin “nû”ları... Dokunacağım gözlerimle hepsine... Gizlice temas sağlayacağım yüreğimle... Ve yüzümü gökyüzüne çevirip bulutlara karışacağım... Bedri Rahmi’nin arzusu yerine gelsin diye de dua edeceğim tanrıya...
"İstanbul deyince aklıma kuleler gelir Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır Ama şu Kızkulesinin aklı olsa Galata kulesine varır Bir sürü çocukları olur…"
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder