“Amasya’nın dört mevsimi güzeldir” derler ya,
bence yaz aylarını hariç tutmak lâzım.
Çünkü Temmuz-Ağustos sıcağı dağlar arasında
hiç çekilmez.
Elbette çocukken farkında değildik, ne de olsa
serinlemek için cehennem ateşinden kurtaracak Yeşilırmak vardı.
Ya şimdi?
Öylesine suyu azalmış ki, akıp akmadığı bile belli değil.
Hatta kent içinde ırmağın debisi kontrol edilmese kayıklar karaya vurur, saltanat da hoş bir seda olarak masalları süsler!
Ama İlkbahar ile Kış mevsimi öyle mi?
Ayrıcalıklı ve özelliklidir.
Öncelikle bahar ayları benim için (çocuk aklımla)
çağla ve erik ağaçlarının çiçek açması demektir…
Ve müthiş heyecanı da peşinden sürükler.
Tabii başkalarının bağ ve bahçelerinden yapılan
masumane hırsızlıklar olağanüstü maceranın
başlangıcıdır.
Ayrıca sokakta büyüyen çocuklar için bu tür
hırsızlıklar kahramanlık hikâyelerinin yapı taşlarını
oluşturur.
Böylelikle geçmişe ait müktesebata şimdiden
sahip olursunuz.
Az şey mi?
Zengin çocukları ise harçlıklarını biriktirirler,
yoksul çocukları da haylazlıklarının envanterine
katkı yaparlar.
Elbette geleceği ilişkin onlarca hikâyeniz olur.
Ama zamane çocuklara aktarılacak türden değil.
Ayrıca paylaşamazsınız da, çünkü kötü örnek olursunuz.
Düşünsenize; komşunun bahçesinden çaldığınız
erikleri torununuza ballandıra ballandıra anlatıyorsunuz…
Töbe de, daha neler?
Sabi sizin hakkınızda ne düşünür?
Utanç vesilesi, ayrıca hem günah hem de suç.
Neyse, Kış mevsimi ise başlı başına güzelliktir.
Doğanın bembeyaz olmasının yanı sıra sokaklar,
caddeler, mahalleler karla kaplanmıştır.
Evlerin çatılarından sarkan buzullar ise
soğuğun ayazın göstergesidir.
Bu arada kızağı olan çocuklar şanslıdır.
Mahalle aralarında oluşan buz pistleri kaymak için
iyi birer zemindir.
Sabah başlayan kayak mesaisi akşamın geç saatlerinde kadar sürer.
Duyulan heyecan, hissedilen zevk eşsizdir.
Ve bir devrin çocukları bu duyguları yaşayarak yetişmiştir.
Günümüzde “alaylı” diye tarif edilen persona ile de tüm kategorilerden başarı ile mezun olmuştur.
Tabii özgürlük, özgüven bonuslarıyla beraber.
Günümüz ise adı üzerinde YAPAY, üstelik ZEKA’sı da var.
Oysa daha yeni yeni bilgisayarımda yazı üretmek için WORD programını öğrenmeye çalışıyordum,
bir de “Yapay Zeka” çıktı.
Bu arada geçenlerde büyük torunum dedi ki,
“Dede yapay zekayı ben sana öğretirim.”
Adı da “DeepSeek”miş, üstelik bedavaymış!
Cevabım “hele dur” oldu…
“Önce Amasya’ya gideyim, mevsim Kış…
Pirler yokuşu buz tutmuştur…
Kızak kayan bir iki velet bulursam onlara takılırım…
Biraz kayar sonra İstanbul’a dönerim.
Sonra da başlarız yapay zeka dersimize.” Dedim…
Ve yapay dünyada hayâller kurmaya devam ettim.
Macit CÜNÜNOĞLU