Bugün Pazar, Ekim’in sonu gelmesine rağmen
hava güneşli.
Penceremden sararan yaprakların dökülüşünü izliyorum.
Dışarıda âdeta renk cümbüşü, çamlar yemyeşil,
sarmaşıklar kızılın tonları, yine de sarının egemen olduğu
pastoral manzara.
Mevsimsel olsa gerek, hazan ayları derin düşünceleri de
beraberinde getiriyor.
Bilgisayarımda davudi sesiyle Orson Welles amca sesleniyor:
“I know what it is to be young” ve devam ediyor:
“Ben genç olmak ne demek biliyorum
Ama sen, sen bilmiyorsun ne demektir yaşlı olmak
Bir gün, senin de ağzından dökülecek bunlar
Zaman uçar da gider, ve hikaye anlatılır…”
Üç çeyrek asırlık ömrümle geçmişe uzanıyorum.
Çocukluk, gençlik yıllarıma sık sık yolculuk yapıyorum.
Yaşadığım sahneler aklıma geldikçe kâh heyecanlanıyorum,
kâh hüzünleniyorum.
Ama müthiş bir duygu birikimi içinde olduğumu hissediyorum.
Evet, onca eksikliğine rağmen sıkça doğduğum
toprakları özlüyorum.
Öncelikle mahallemi, sokağımı.
Oysa geriye sadece camimiz ve mütevazı şadırvanı kalmış.
Varsın olsun, yine de Yeşilırmak akıyor, kale yerinde.
İçerişehir geçmişin ruhunu günümüze taşıyor.
Sofular da O’na eşlik ediyor.
Gidenlere rahmet okuyup kalan sağları bağrıma basıyorum.
Dalından misket koparamasam da yarım kilo alıp
İmaret’in bahçesine oturuyorum.
Belki tanıdık üç beş dost bulurum diye.
Heyhat, sorduklarımın ezici çoğunluğu göçler sonucu
merkeze yerleşmiş vatandaşlar.
Hiç birisi kütüphanenin sıralarında oturup “Bin bir gece masallarını” okumamışlar, hatta Şehrazat’ın adını dahi duymamışlar.
Hele hele de İbrahim hafızın dillere destan tokatını yiyen de yok!
Hâlbuki Amasyalı olmanın kriterleri var.
Öncelikle ırmakta yüzmeyi öğreneceksiniz,
tabii balık tutmayı da.
Sonra dağları keşfedeceksiniz, mümkünse Cilanbolu’ya inip
dibindeki kuyudan kana kana su içeceksiniz.
Ziyere, Yenice evinizin bahçesi, havuzları en keyifli
eğlence merkeziniz olacak.
Atıf’ın meyhanesinde bir- iki maşrapa şarap içmişliğiniz hatıralarınız arasında yer alacak.
Hazır fayton durağına gelmişken Tımarhane’nin avlusuna
kurulan ipek böceği pazarından beş-on tane koza çalacaksınız ki,
dut yapraklarıyla evde üretime geçip evrim teorisine gözlemleyerek şahit olacaksınız.
Bu arada çocuklarınıza, torunlarınıza bırakmak için
can arkadaşlarınızla Çakallar’da fotoğraf çektireceksiniz.
Fonda eşsiz Yeşilırmak vadisi, camilerin minareleri muhakkak gözükecek.
Pirlerde semaver eşliğinde bakla dolması, Ahmet-Hakkı ustaların çöreği afiyetle yenilecek.
Ve daha yüzlerce anı ve enstantane.
Her biri kıymetli her biri hafızamda taze.
Benimkisi hayâllerimle geçmişe yolculuk…
Kulağımda Orson Welles’in sesi…
Dizimin dibinde iki evlat, dört torun…
Yüreğim kabarıyor, gözlerim nemli…
Sessizce mırıldanıyorum:
“I know what it is to be young”
Ve yaşanmış hikâyelerim arasında kayboluyorum.
Macit CÜNÜNOĞLU