Ne çok kaşınacak yaramız varmış…
Anlaşılıyor ki; huzur saadet bu topluma haram. Farkındasınız, üç günümüz üst üste olaysız geçmiyor. Kürt sorunu yılların birikimi, Alevîlik derseniz ondan aşağı değil… Sağolsun idarecilerimiz, çözüm üretmek yerine yangına körükle gitmeyi marifet sayıyorlar! Bir de laiklik meselesi var ki; evlere şenlik, nasıl tartışacağınızı da bilemiyorsunuz. Çünkü iki tarafta burnundan kıl aldırmıyor… Laisizm yanlısı katı mı katı, laikliği hedef alan ondan sert! Biri görüşlerinin kaynağına batılı değerleri yerleştirmiş... Diğeri dinsel dogmaları. Biliyorsunuz kavram Fransız patentli… 1789 devriminden sonra piyasaya çıkmış ve o tarihten beri modernitenin vazgeçilmezi. İyi de; uğraştığı, kiliseye hapsettiği din: Hristiyanlık. Ayrıca İncil, Tevrat’a Kuran’a benzemez. Seküler hayata müdahele etmez, oruç tutturmaz, günde beş kez tapınağa çağırmaz… İçkiyle giyim kuşamla derdi yoktur… Kısaca uhrevîdir. Peki, Ortaçağ? Kilise destekli feodalitenin bin yıllık saltanatı… Ta ki rönesansa, yani aydınlanmaya, keşiflere icatlara Luther’e sanayi devrimine kadar. İnsanlığın hâllerindendir… Ruhban sınıfı bağnazca iktidarını ilân ederse olur… Ayrıca 21’inci yüzyılda yok mu? Olmaz mı, nitekim örnekleri çoktur! Dolayısıyla esas olan: Demokrasi… Dinsel temaların kullanılmadığı sömürülmediği düzen… Adaletin, hukukun üstünlüğüne dayalı eşitlikçi, sosyal devlet anlayışı… Irkçılığın yasaklandığı, mezhepçiliğin prim yapmadığı kurallar rejimi… Tıkır tıkır işleyen mekanizmalar. Vatandaşın hizmetkârı devlet… Hesap sorulan, yanlışında bedel ödeyen özür dileyen devlet. Diyeceksiniz ki; nerdeee? Haklısınız, ülkemizde böyle bir devlet anlayışı yalnız son on yılda değil uzun yıllardır yok… Üstelik nasıl olsun ki? Çok beylik olacak ama “hak verilmez alınır”… Demokraside öyle, rahmetli İsmet Paşa’mız düşünmüş taşınmış… Bakmış kuzey rüzgârları sert esiyor, Batı kucağını açmış bekliyor… O günkü konjonktür de cevaz vermiyor… Bir gecede demokrasiyi ilân etmiş! Sonrası, n’olacak; üç buçuk askeri darbe… Sebep; ülke elden gidiyor diyen mi, özgürlükleri bol bulan mı, balans ayarı çeken mi? Kısaca hepsinin dayanağı; “Vatan-Millet-Sakarya”. Hâl böyle olunca demokrasi dönmüş deveye… Sağı solu eğri-büğrü arabesk varlığa! Yalnız haklarını yemeyelim… Sandığı unutmamışlar, özgür iradeli vatandaş daima oy vermiş… Makarnaya bulgura palavraya tav olsa da her türlü partiyi denemiş. Ne yapalım, buna da şükür! Lâkin yine de gidişat hakkında söz söylemek lâzım… Madem ki memleketin iç işleri şahine… Dış işleri davuta teslim edilmiş… Varın gerisini siz düşünün! İşimiz kaldı Allah’a… İnşallah bugünleri aramayız… Âmin! www.gazetemen.com |
Arap Baharı’nı düşünüyorum da, ne baharmış mübârek.
Üzerinden yaz geçti kış geçti yine de durmak bilmiyor!
Demir attı Suriye’ye, Esad inat mı inat…
Teslim olmak bir yana, kan gölüne döndü ülke!
Bastırıyor ABD, niyet kötü…
Kıvamına gelmiş bölge, taşeronu herkesten hevesli.
Ne de olsa tecrübe sahibi…
Libya’da maşa olmanın tadına vardı!
Gözümle gördüm, İstanbul’un lüks hastaneleri ev sahibiydi…
Anti-Kaddafici gûruhlar sıram sıram ağırlandılar.
Hizmette sınır yok, hesabı ödeyen Türkiye…
Garip ama yoksul halkımıza kapalı mekânların kapıları ardına kadar açıktı!
Şimdi de Güney illerimiz…
Elli bine yaklaşmış Suriyeli misafirler…
Yerleşkeleri depremzede Vanlılar da yok…
Faturayı ödeyen yine Türkiye!
Ohhh! Suyundan da koy!
Fakir fukaraya makarna-bulgur-tahin helvası…
Arap isyankâra sevdanın yolları!
Sormazlar mı adama; “bu nasıl adalet?”…
Kendi vatandaşına sırtını dön…
İhvancılara, El-Kaidecilere, Hizbullahcılara, Hamascılara kankardeş muamelesi!
Peki Arkadaş, Kürdün günâhı ne?
Mahabat’tan sonra kuramadı bir devlet…
Onun da ömrü on bir aydı!
Neyse ki imdada yetişti Amerika…
Önce Saddam’ın kellesini aldı…
Peşinden Irak Kürdistanı’nı ilân etti…
Var mı itirazınız?
Hatırlarsınız, bir zamanlar can düşmanımızdı Barzani…
Ya şimdi?
Unuttuk ağzımızdan çıkan lafları, yedi cihana dostluğumuzu sergileyip…
Kırmızı halılar döşedik Çankaya’nın yollarına, o biçim hasbıhâller ettik!
Gelelim “Büyük Devlet”, “Oyun Kurucu” martavalına…
Irak’la 400 Suriye ile 800 kilometre sınırımız varmış…
Varsa var, n’olmuş?
Kurulacak Büyük Kürdistan’a izin vermezmişiz!
Yahu kırk kere söyledik, dilimizde tüy bitti ama..
Bir kez daha tekrar edelim; senin aslî görevin taşeronluk…
Bu kafayla da bir adım öteye gidemezsin…
Madem ki biat etmişsin Büyük Patron’a, daha açık ifadeyle Oval Ofis’e…
O ne derse o olur…
Kurulacaksa Suriye’nin kuzeyinde devlet…
Irak’ta olduğu gibi…
Senin görevin paşa paşa itaat etmek. (Nokta)
Ayrıca büyük devlet olmanın yolu halkına hizmet…
Eşitlikçi, özgürlükçü, adaletli anlayışla…
İktidarda olduğu on yılı…
Tarikatçılığın, cemaatçiliğin yükselişini…
Yaptığı karşı devrimleri gördük.
O nedenledir ki Usta, sakın korkma...
Alt üstü 1200 km’lik sınır…
Alır ABD’den icazeti…
Salar güneye…
Nasıl olsa full-aksesuvar diplomat Davut emrine amade!
Bak o zaman ülkemizin yarınlarına…
Hani derler ya; kılavuzu karga olanın… ( Bu kez üç nokta)
Devamı gelecek yazıya!
www.gazetemen.com